31 Aralık 2007 Pazartesi

Asansör hikayesi

Bedros Usta'nın Fikirtepe'deki atölyesindeyiz. İçerisi yaşayan bir asansör müzesi gibi. Onlarca yıllık kontaktörler; oldukça eski ama dimdik ayakta devasa asansör makineleri; bir gün tekrar birleşmeyi umut eden, dağılmış cihazlar ve Usta'nın titizliğini yansıtan, küçük bir apliğin aydınlattığı çalışma masası… Belli ki ince hesaplar; ayrıntılı projeler orada yapılıyor; tekrar elden geçiriliyor…
Aslında kötü bir dönemde tanıştık Bedros Usta'yla; Bedros Coşkunboyar ile… Buluşmamız da zaten bu yüzden iki hafta ertelendi: Uzun yıllardır Toros Asansörleri'nde çalışan; Usta'nın, hem mesleki bilgisi ve sanatkarlığı; hem de insanlığı ile “Bir numara” dediği Sadettin Demir'i yakın bir zaman önce bir trafik kazasında kaybettiler. Bedros Usta, Sadettin Demir'in yasını tutmaya devam ediyor; sık sık adını anıyor ve her anışında yeniden duygulanıyor.

Bedros Usta ile standart bir söyleşi yapmıyoruz; oradan buradan, geçmişten ve bugünden konuşuyoruz. Eskileri anıyoruz; yeni malumatları paylaşıyoruz.
Eskilerden konuşmaya başladık: “Biz vaktiyle ray demiri bulamazdık. İğ demirini alır ikiye bölerdik; ama eğrilirdi. Onun yerine dekovil tren raylarını kullanmaya başladık. Asray'ın kurucusu Nihat Aslan'ın Karaköy Yanıkkapı Sokak'ta bir yeri vardı. O atölyede 5 metrelik bir bergelle bizim dekovil raylarını kullanır hale getiriyordu. Daha sonra Nihat Bey, ray işine girdi ve işleri ilerletti, buralara kadar getirdi. Kutlamak lazım”.
“1962 yılında Ankara'da başladım ben asansör üzerine çalışmaya. Avusturya menşeli bir firmada… Selahattin Genç'in yanında başlamanın avantajını yaşadım. O zaman Mehmet Kavala ile ortak olarak Snates firmasını kurmuşlardı ve zamanın en modern asansörlerini yapıyorlardı.”
“Ben aslında elektronikten geliyorum. Elektronik derken, o dönemin radyolu lambalarının tamirini yapıyordum. Transistor bilinmiyor daha o zaman Türkiye'de. Ben daha sonra tesadüf eseri asansör işine girdim ve çok sevdim işi”. “Neden?” diye soruyorum, “Neden sevdiniz asansör işini?” “Bedenen çalışmak, yorulmak hoşuma gitti. Aslında beni işe elektrikçi olarak aldılar ama ben her işe bulaştım orada. “

“O KADAR ÇOK KOVULDUM Kİ!”
Peki İstanbul macerası nasıl başladı: “Bir iş için beni İstanbul'a yolladı firma. Karaköy'de Deniz İşletmeleri'nin binasının asansörleri için geldim ve burada kaldım.” Nasıl, neden diye merakla soruyoruz ama Bedros Usta'nın uzun bir yanıtı yok: “Sevdim burayı. Hoşuma gitti”
Aslında bu kısa ve basit yanıtlar şunu gösteriyor: Bedros Usta ilk başından beri tutkusunun peşinde. Bir iş hoşuna gidiyor; o alanda çalışmaya başlıyor. İş gezisinde bir kenti seviyor; her şeyi bırakıp orada yaşamaya başlıyor.
“O kadar çok yerden kovuldum ki anlatamam” diyor Usta. “Kafamda kendime göre ama yanlış ama doğru bir adalet duygusu var. Onu uygulamaya çalışırım. Bu yüzden belki de, firmalardaki şef montörlerle takıştım hep.” Peki, bunca yıl nerelerde çalıştın Usta?
“Çok yerde çalıştım. Sıraselviler'de Raul Franko'nun yanında çalıştım. İtalyan Yahudisi idi. Orada dünyada ne asansör varsa hepsini gördüm. Aklınıza gelecek her markayı… Asansörleri daha yakından tanımış oldum. Arızacı olarak çalışıyordum orada. Asel firmasına girdim biri ara da. Üç ortaktılar. Nurettin Bey muazzam bir sanatkardı. Hem teorik, hem de pratik bazda…”
“1968 yılında Moda'da kendi firmamı kurdum.” İsmi neden Toros? Bedros Usta'nın yanıtı her zamanki yalınlıkta: “Aklıma öyle geldi”. Bu Bedros Usta gerçekten aklına eseni yapan biri galiba… “Oldum olası bir kalıbın dışına çıkmamaya çalıştım ben” diyor Bedros Usta ve anlatmaya başlıyor: “Ankara'dan büyük bir firmadan aradılar beni bir zamanlar. Şimdi Ceylanlar'ın aldığı Sheraton Oteli'nin asansör montajları için. Bizi de büyük bir firma zannetmişler. Geldiler bizim büroya; bir Japon ve bir Türk mühendis. Ben şartnamelerini isteyince, benim işi bildiğimi anlamışlar. Neyse bir süre uğraştık; gittik geldik Ankara'ya…” Lafın arasına giriyorum ve “Yaptığınız ilk büyük iş o muydu?” diyorum. Bedros Usta gülerek yanıtlıyor: “Yapmadım ki!” Allah Allah her şey hazır neden yapmamış ki Usta bu kocaman işi: “Yanlış hatırlamıyorsam, Şartname'ye göre, 22 kişinin çalışması gerekiyor asansör montajında. Ben kafamda hesap ettim; 22 kişinin orada bulunması için 30 sigortalı adamın olması lazım. Ben adamlara kibarca mektup yazdım: 'Bu işi, bazı nedenlerden ötürü üzülerek yapamayacağımı” bildirdim. Meslektaşlarım bana 'Sen enayisin' dediler. Ama ne yapayım ben böyleyim işte…”
Bedros Usta'nın dışına çıkamadım dediği “Kalıp”, bir girişimcilik eksikliği gibi de yorumlanabilir; “dürüstlük” olarak da… Usta, eğilip bükülmeden sanatını uygulamayı, mütevazı ama doğru dürüst asansörler yapmayı seçmiş tüm hayatı boyunca. Buna kim ne diyebilir?
“Sonra o işi bir firma almış ama onun adına Ersan Barlas yapmıştı. Ersan'ı çok severim ve saygı duyarım kendisine. Elektrik mühendisi ama pratik de var kendisinde. Ayrıca literatürü de çok iyi takip eder. Çok takdir ederim kendisini…” “Başka kimleri sayarsın?” bu duayenler arasında diye sormama fırsat vermiyor Usta: “Kemal Katipoğlu, Uzbir Asansör. Onla da görüşmenizi tavsiye ederim.”Bedros Usta'nın demlediği çay eşliğinde sohbete devam ediyoruz. Muhabbete bir süre sonra, Fikirtepe'de asansör makine-motor tamiratı yapan Güneş Asansör’den Cemal Apaydın da katılıyor. Kimi zaman 40 yıl öncesine gidiliyor, kimi zaman artık üretilmeyen parçalar üzerine ayrıntılı bir sohbete geçiliyor. Kimi zaman bir parçanın püf noktası üzerine fikirlerini paylaşıyor Usta… Asansör sektörüne emek vermiş, yaşayan yaşamayan insanların adları geçiyor. Kimi şükranla anılıyor, kimi Usta'dan ince bir laf yiyor...
Zaman su gibi akıyor. Gitme vakti geldi… Bedros Usta'nın atölyesinden ayrılırken aklıma bir çocuk filmi geliyor: Hani herkes uyuyunca tüm oyuncaklar canlanır; oyuncak trenler rayların üzerinde yol alır; ayılar trampetlerini çalar; kurşun askerler bulundukları kutulardan fırlayıp oraya buraya koşmaya başlarlar. İşte sanki, akşamüstü olup da, karanlık çökmeye başlayınca; Bedros Usta son işlerini toparlayıp, dükkanı kilitleyip, kepenkleri indirince, dükkanda bir hareketlik başlayıveriyormuş gibi geliyor bana: Eski asansör parçaları canlanıyor; asansör makineleri durdukları yerlerde çalışmaya başlıyor. Kabinler katlara gidip gidip gelecek; her şey bir saat nizamında hareket edecek. “Toy Story” idi o filmin adı galiba: “Oyuncak Hikayesi”. Sabah gün doğana, güneşin o sihirli ışığı dünyayı aydınlatana kadar sürüyordu oyuncakların o gizli dansı… Bana Bedros Usta'nın dükkanı o filmi hatırlattı işte. Ama filmin adı tabii ki farklı: “Lift Story” yani “Asansör Hikayesi”. Bunu soracağım Usta'ya; olabilir mi diye? Usta beni, her zamanki gibi, büyük bir açıklıkla yanıtlar nasıl

Hiç yorum yok: